Türkiye neden balistik füzelere yöneliyor?

 

Türkiye’nin içinde bulunduğu jeostratejik ortamın yıllar içinde balistik füzeler lehine kaydığını kaydeden bazı uzmanlar, Türkiye’nin önceliklerinin de buna göre değiştiği yorumunu yaptı.

Uzmanlar ayrıca benzer sistemlerin farklı şirketler tarafından üretilmesinin yol açabileceği sorunlara, savunma sanayinde şeffaflığın önemine ve Çelik Kubbe gibi çok katmanlı ve karmaşık sistemlerin hayata geçirilmesi sürecinde yaşanabilecek zorluklara da dikkat çekti.

IDEF’te en dikkat çeken sistemlerden biri TAYFUN Blok-4 balistik füzesi oldu

IDEF’te en dikkat çeken sistemlerden biri ROKETSAN tarafından geliştirilen TAYFUN Blok-4 balistik füzesi oldu.

On metre uzunluğunda ve 7 bin 200 kilo ağırlığında olan TAYFUN Blok-4, ROKETSAN tarafından “Türkiye’nin en uzun menzilli ve milli imkanlarla üretilmiş balistik füzesi” olarak tarif ediliyor.

ROKETSAN’a göre Tayfun ailesinin diğer üyeleri en az 280 kilometre menzile sahip. Blok-4’ün azami menziline dair resmi açıklama yok ancak basında 1000 kilometreye kadar çıkabileceğine dair haberler yer aldı.

İzmir Ekonomi Üniversitesi’nden Doçent Doktor Sıtkı Egeli de Tayfun Blok-4’ün boyutu ve ağırlığından yola çıkarak menzilinin bin kilometreyi aşabileceği değerlendirmesini yaptı.

Kitle imha silahları ve bunları hedefe ulaştıran vasıtaların yaygınlaşması, hava ve füze savunması ve nükleer caydırıcılık gibi konularda uzmanlaşan Egeli, BBC Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı:

“Katı yakıtlı olması itibarıyla gelişmiş bir tasarım. Geçmişinde kendini ispatlamış üç platforma dayanması itibarıyla da kendini ispat etmiş bir tasarım.”

Balistik füzeler neden tartışma konusu?

Uzun menzilli balistik füzelerin üretimi ve ihracatı, bir kısmına Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası antlaşmalar tarafından kısıtlanıyor.

Nükleer başlık gibi kitlesel imha silahları da taşıyabilen bu platformlar dünya çapında tartışma konusu.

Son yıllarda Rusya Ukrayna’daki hedefleri vurmak için orta menzilli balistik füzeler kullandı.

Benzer şekilde İran da İsrail’e orta ve uzun menzilli balistik füzeler fırlattı.

Bazı uzmanlara göre uluslararası antlaşmalardan kaynaklı yaptırımlardan kaçınmak adına bu sistemlerin azami menzilleri olduğundan daha az açıklanıyor.

Halihazırda Türk ordusunun envanterinde bulunan Bora ve Tayfun gibi balistik füzeler yaklaşık 300 km menzilleriyle komşu başkentlere ulaşabilecek kapasitede.

Irak, İsrail, İran, Rusya gibi ülkelerin bazı bölgeleri ise 750 km menzilde.

Uzmanlara göre bundan uzun menzilli silahlar Türkiye’nin savunma öncelikleri ve bölge ilişkileri göz önünde tutulduğunda stratejik olarak düşük öneme sahip.

“Türkiye’nin seyirci kalması beklenemez”

Peki Türkiye neden son dönemde daha uzun menzilli silahlara öncelik veriyor?

BBC Türkçe’de yer alan habere göre, ABD merkezli Atlantic Council düşünce kuruluşundan kıdemli araştırmacı Dr. Rich Outzen, Ankara’nın caydırıcılık için İran gibi komşuları ile benzer menzillerde silahlara sahip olmayı hedeflediği yorumunu yaptı:

“Bence Türkiye, İran’ın maruz kaldığı karşılığı gördü. Yabancı bir askeri gücün stratejik tesisleri ya da hedefleri vurmasını istemiyor.

“Biri Ankara ya da İstanbul’a füze ve drone’larla saldırırsa buna eşit güçte karşılık verebilmek istiyor.”

Doç. Dr. Sıtkı Egeli, Türkiye’nin içinde bulunduğu jeostratejik ortamın yıllar içinde balistik füzeler lehine kaydığını kaydetti ve Tayfun gibi bir zamanlar yüksek maliyetli bulunan sistemlerin “taktik açıdan yararlı hale geldiği” değerlendirmesini yaptı:

“Bütün etrafındaki coğrafyada orta menzil balistik füzelere ilginin olduğu bir ortamda Türkiye’nin de seyirci kalmaması beklenir.”

Ancak Egeli, Türkiye’nin komşularını riske atmadan füzeyi azami menzili olduğu tahmin edilen 800 ila 1000 km mesafede test edemeyeceğine dikkat çekti.

Basında yer alan haberlerden yola çıkarak bu denemelerin muhtemelen Somali’den Hint Okyanusu’na doğru yapılmasının planlandığını söyledi.

Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud, geçtiğimiz yıl Türkiye’nin başkent Mogadişu’da bir uzay ve roket fırlatma üssü kuracağını duyurmuştu.

Türkiye’de bu konuda resmi bir açıklama yapılmadı.

“Hava ve füze savunması çok çetrefilli bir problem”

Savunma sanayi alanında geçtiğimiz yıldan bu yana sık sık manşetlerde yer bulan başka bir unsur ise Türkiye’nin yeni hava savunma sistemi Çelik Kubbe.

“Sistemler sistemi” olarak adlandırılan Çelik Kubbe alçak, orta ve yüksek irtifa hava savunma sistemlerinin entegre edildiği bir “savunma mimarisi” olarak çalışıyor.

Ric Outzen, İsrail ve İran arasındaki çatışmaların hava savunma konusunda Türkiye’ye önemli doneler sağladığını söyledi:

“Türk strateji uzmanları bir şeyin farkına vardı: hipersonik füzelere karşı savunma, bilişsel harp ve katmanlı hava savunma gibi alanlarda eksikler var.

“Hiçbir ülke saldırıya uğramayacağını varsayamaz. Bu yüzden herkes katmanlı hava savunma sistemleriyle boşlukları doldurmaya çalışıyor.

“Türkiye özelinde Çelik Kubbe içinde tüm tehditlere karşı unsurlar mevcut. Ama açıkçası bunlar muazzam karmaşık mühendislik süreçleri.

“İsrail’in Demir Kubbe’yi geliştirmesi on yıllar sürdü. Son savaşta bunun bile %100 etkili olmadığını gördük.”

Doç. Dr. Sıtkı Egeli, hava ve füze savunmasının farklı tehdit unsurları ve Türkiye’nin dağlık coğrafyasından dolayı “çok çetrefilli bir problem” olduğunu söyledi.

Egeli, bu alandaki başka bir sorunun ise maliyet olduğunun altını çizdi:

“Dronelar ve füzeler çok ucuz. Bunları durduracak sistemler ve mühimmat çok pahalı ve sayıları çok az.

“Taaruzi silahlar daha süratli üretilebiliyor ve salvolar halinde atılıyor. Sizin önleyici füzelerinizin sayıları her halükarda bunları durdurmaya yetmiyor ve bir noktada tıkanıyorsunuz.”

Egeli, bu zorluklara karşın Türkiye’nin hava savunma konusunda Çelik Kubbe ile doğru yönde ilerlediği yorumunu yaptı.

“Öngörülebilir tedarik”

Türkiye’nin savunma sanayi atılımının temelinde dışa bağımlılığı azaltma ve savunma sistemlerinde “yerli ve millilik” oranını artırma hedefleri yatıyor.

Özellikle geçtiğimiz on yılda yaşanan ihracat ve ithalat engelleri, S-400 ve F-35 meseleleri gibi başlıklar Ankara’yı bu alana öncelik vermeye itti.

Rich Outzen, Türkiye’nin “mühimmat, otonom sistemler, zırhlı araçlar ve uçaklar gibi kritik öneme sahip sistemleri öngörülebilir şekilde tedarik etmek istediğini” söyledi.

Abdullah Gül Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Çağlar Kurç da IDEF 2025’te Türkiye’nin otonom sistemlerinin arasında başı çeken insansız hava araçlarının sergilendiğine dikkat çekti.

Kurç, fiber optik kablolu birinci şahıs görüşlü (FPV) dronelar, farklı boyut ve etkilerde mühimmat ve alçak irtifa tehditlerine karşı elektronik harp sistemlerinin fuarda geniş yer tuttuğunu, bunun direkt olarak bölgedeki savaşlarla alakalı olduğunu belirtti.

Savunma sanayi nereye kadar büyüyebilir?

Rich Outzen, Türkiye’de yerli sistem oranının son 20 yılda büyük ölçüde artmasına karşın hiçbir ülkenin savunma teçhizatının tamamını kendi başına üretemeyeceğine dikkat çekti.

Çağlar Kurç da Türk savunma sanayi gelişiminde insan kaynağı ve finansal altyapının kilit öneme sahip olduğuna dikkat çekti.

Uzman, Türkiye’nin sınırlı kaynaklara rağmen “her şeyi kendisi yapmak istediğini” ve bunu kaldıracak finansal altyapıya sahip olmadığı yorumunu yaptı:

“Prensip olarak bunda sorun yok ama her şeyi kendisi yaptığı zaman o sistemi ayakta tutacak finansal yeterlilik yok, o güç yok aslında.”

Kurç, savunma sanayinde “replikasyon” yani benzer sistemlerin farklı şirketler tarafından üretilmesinin de bir sorun haline geldiğini savundu.

Uzman, özellikle mühimmat ve insansız araçlar konusunda bu sorunun ortaya çıktığını ve envantere farklı şirketlerden benzer sistemler almanın kaynak tüketiminin yanı sıra lojistik zorluklara da yol açabildiğini söyledi.

Kurç ayrıca savunma sanayini eleştirmenin giderek zorlaştığı yorumunu yaptı.

 

Kaynak: Ekonomim

Başa dön tuşu